Sayfalar

22 Kas 2011

Aziz Nesin

Sevişirken yılan bile dokunmaz
Tapınmakta aşktan saygın olamaz
Sevda üzre yıldırım olsa çarpmaz
İstiyorsan uzak kalmak ölümden
Hep aşk üzre olmalısın a canım
Ki ölüm de sevişirken kıyamaz

AZİZ NESİN/AŞK ÜZRE
-Bazen insan öyle özlenir ki..
Özlenen bilse, yokluğundan utanır.
Aziz NESİN



SON KONUĞUMA MEKTUP

Canalıcıma,
Uykumdayken, kancıkcasına baskın verme! Gelince de, saygısız konuklar gibi oturup, yerleşip, şiftinip çöreklenme! Seni bir müzmin tedirginlik olarak derime yapışmış, canıma sıvışmış olarak kendimde duymayayım.
Düşün ki ben seni, varlığımın bilincine vardığımdan beri beklemekteyim. Bunca zamandır beklenen bir konuğa yaraşır bir saygınlıkla gel! Sana olan saygımı yitirtme bana.
Gürültülü patırtılı gelme! Kimseler duymasın geldiğini. Bir sen bil, bir de ben bileyim, yeter. Gelişin, herkesleri ayağa kaldırmasın. Tam bana göre, bana uyan bir davranışla gel. Sessiz, sürdüğüm bunca yıllık yaşamıma yaraşacağı üzre suskun, gel. Çünkü benim için geleceksin, beni almaya geleceksin, başkalarını tedirgin etmeye değil.

Uykumda birden bastırma ki, bunca yıldan beri gelişini gözlediğim en gerçek ve en son konuğuma göstermem gereken saygıda bir eksikliğim olmasın. Saygıyla ayağa kalkıp seni buyur edeyim. Almak istediğini, sana onurla kendim sunarak vereyim.
Bir yaşam boyu çektiklerimi az bulup, bana bir de sen çektirmeye kalkma! Her ne çektimse hepsine güleryüzle katlandım, onları salt kendim bildim. Üzünçlerimi kendime sakladım, sevinçlerimi el'le bölüştüm. Sonum da böyle olsun isterim. Bilirim güçlüsün.  Kimselere eğilmemiş başım, senin önünde eğilebilir, ama bunu bana yaptırtma! bana yaşamımı yadsıtıp, sonumda beni kendimden utandırtma! Senin amansızlığından böyle bir yiğitlik bekliyorum, bana önünde baş eğdirtme. Güleryüzle gel, gülümseyerek karşılayayım seni...
Dimdik yaşadım, sen de beni dimdik kucakla, al götür. Pusu kurma, arkadan vurma. Ayakta karşılaşalım soylucasına... Öyle çelebicesine gel ki, seninle gitmek için istekleneyim. Senin gelişinle ikimizin birden gidişi bir olsun.
Şimdi var, şimdi yok olalım. Bekletme beni. Elini çabuk tut. Her şey birdenbire olsun. Sen öyle bir kesin gerçeksin ki, sana yalan da söylenemez. Bütün yaşamımda çağdaşlarımdan hiçbirini kıskanmadığımı bilirsin; iyi yürekliliğimden değil, hiçbirini kendimden büyük görmediğimden... Yine bilirsin, yaptıklarımla da, yapmayı tasarlayıp dahaca yapamadıklarımla da böbürlenirim. Bana verdiğin mühlet içinde, tasarladıklarımı yapamadımsa, evet, suç kimsenin değil, benim... Bu ceza yeter bana; çünkü acısını duyanlar için cezaların en ağırıdır.
Herkes gibi ben de seninle ilk ve son olarak yalnız bir kez karşılaşacağım. Bu karşılaşmamız, nerede, ne zaman, nasıl olsun diye, zaman zaman çok değişik istekler geçirdim içimden. Kahraman olmak istediğim dönemlerim oldu. Kahramanlar ilk savaşlarında ölmeyen, son savaşlarında sağ çıkmayanlardır. Seninle son savaşımda karşılaşmayı istedim bir zamanlar. Savaşın bir yaşam boyu sürdüğünü, yaşadıkça sonu olmadığını bilmiyordum. Sonsuzca süren bu savaşımın öyle bir yerinde gel, öyle bir güzel gel ki, sana gülümseyerek elimi uzatıp, "Merhaba!" diyebileyim.
Bir zamanlar da, uzun uzun yaşayıp bitkiselliğe dönüşmeyi, bitkisel yaşamımda gelişini bile bilmemeyi istedim. Şimdiyse, ne kahramanlık gösterisinde, ne bitkisel bitikliğimde gelmeni istiyorum. Dilersen, en beklemediğimi sandığın zaman gel. Beni hiç şaşırtmayacaksın, çünkü hep aklımdasın, beynimde bir kıymık gibi... Korkmadan bekliyorum, gel!
Nice yaşadımsa, seninle başbaşa, dişdişe döğüştüm. Pek çok kez yendiğim de, yenildiğim de oldu. Canım ki en kutsal olan her şeyim benim, onu elbet bana yakıştığı gibi, ayakta, saygıyla, yiğitçe vermek isterim; teslim olmadan... Bir armağan gibi vermek canımı! Sen de yeniğin kalemini ki o kalem hep kılıçtı- teslim alırken iki elinle başının üstüne saygıyla kaldırarak al beni! Lekesiz, arıduru, yaşamı süresince hep kendi kendini arıtan bir cana, saygılı ol, benim sana saygılı olduğum gibi. Kimselere demedim, sen de kendine of dedirtme bana.
Ne kahramanlıkta, ne bitkisellikte, işte şimdi olduğum gibi bir sıra, elimde kalem, önümde kâğıtla daktilom, böyle bir zamanımda gel! İstersen gece, istersen gündüz, istersen yazın, istersen kışın gel; kapım da, yüreğim de her zaman açık sana! Yeter ki, kendi gözümde kendimi küçültme bana, kimseden su istetme, yardım diletme bana... Seninle yiğitçesine döğüşmedim mi? Bunları istemeyi haketmedim mi? Bana ille de of dedirtecek isen, hiç olmazsa bunu ikimizden başkası duymasın.
Bunca yıl durmaksızın karşı karşıya savaşmış iki savaşçıyız. Üstelik benim savaşım, seninkinden çok daha yüceydi. Çünkü sen, sonunda nasıl olsa utkunun senden yana olacağını biliyordun. Oysa ben, sonunda nasıl olsa yenik düşeceğimi biliyordum. Yenileceğimi bile bile, ama hiç yenilmeyecekmişim gibi, beni yenecek olanın üstüne üstüne varmadım mı? Bir an olsun korktum mu ya da kaçmayı düşündüm mü? Birazcık daha yaşayabilmek için, birazcık daha iyi yaşayabilmek için, bunca güzelim bu yeryüzü uğruna bile, sana bir kırpı ödün verdim mi?
Yaşamayı haketmeye çalıştığım gibi, ölümü de haketmek istiyorum Bu hakkı bana tanı? Çünkü, bu sonsuz güzellikler açan güzelim dünyaya; ben de gücümce güzellikler katmaya çalıştım. Bir güzel ada, atlasta görünmeyecek denli küçük diye yok sayılabilir mi? Benim katkım da atlasta görünmeyecek denli küçücük olsa da var.
Ne mi yaptım? Ortaçağ simyacıları taşı altına çeviremedi. Ama ben bir simyacıyım, gözyaşlarımı gülmeceye çevirerek dünyaya sundum.
Saygıyla gel, bekliyorum.

Aziz Nesin (Varlık dergisi)


Hiç yorum yok: