Sevişirken
yılan bile dokunmaz
Tapınmakta
aşktan saygın olamaz
Sevda
üzre yıldırım olsa çarpmaz
İstiyorsan
uzak kalmak ölümden
Hep
aşk üzre olmalısın a canım
Ki
ölüm de sevişirken kıyamaz
AZİZ
NESİN/AŞK ÜZRE
-Bazen insan öyle özlenir ki..
Özlenen
bilse, yokluğundan utanır.
Aziz
NESİN
SON
KONUĞUMA MEKTUP
Canalıcıma,
Uykumdayken,
kancıkcasına baskın verme! Gelince de, saygısız konuklar gibi oturup, yerleşip,
şiftinip çöreklenme! Seni bir müzmin tedirginlik olarak derime yapışmış, canıma
sıvışmış olarak kendimde duymayayım.
Düşün
ki ben seni, varlığımın bilincine vardığımdan beri beklemekteyim. Bunca
zamandır beklenen bir konuğa yaraşır bir saygınlıkla gel! Sana olan saygımı
yitirtme bana.
Gürültülü
patırtılı gelme! Kimseler duymasın geldiğini. Bir sen bil, bir de ben bileyim,
yeter. Gelişin, herkesleri ayağa kaldırmasın. Tam bana göre, bana uyan bir
davranışla gel. Sessiz, sürdüğüm bunca yıllık yaşamıma yaraşacağı üzre suskun,
gel. Çünkü benim için geleceksin, beni almaya geleceksin, başkalarını tedirgin
etmeye değil.
Uykumda
birden bastırma ki, bunca yıldan beri gelişini gözlediğim en gerçek ve en son
konuğuma göstermem gereken saygıda bir eksikliğim olmasın. Saygıyla ayağa
kalkıp seni buyur edeyim. Almak istediğini, sana onurla kendim sunarak vereyim.
Bir
yaşam boyu çektiklerimi az bulup, bana bir de sen çektirmeye kalkma! Her ne
çektimse hepsine güleryüzle katlandım, onları salt kendim bildim. Üzünçlerimi
kendime sakladım, sevinçlerimi el'le bölüştüm. Sonum da böyle olsun isterim.
Bilirim güçlüsün. Kimselere eğilmemiş başım,
senin önünde eğilebilir, ama bunu bana yaptırtma! bana yaşamımı yadsıtıp,
sonumda beni kendimden utandırtma! Senin amansızlığından böyle bir yiğitlik
bekliyorum, bana önünde baş eğdirtme. Güleryüzle gel, gülümseyerek karşılayayım
seni...
Dimdik
yaşadım, sen de beni dimdik kucakla, al götür. Pusu kurma, arkadan vurma.
Ayakta karşılaşalım soylucasına... Öyle çelebicesine gel ki, seninle gitmek
için istekleneyim. Senin gelişinle ikimizin birden gidişi bir olsun.
Şimdi
var, şimdi yok olalım. Bekletme beni. Elini çabuk tut. Her şey birdenbire
olsun. Sen öyle bir kesin gerçeksin ki, sana yalan da söylenemez. Bütün
yaşamımda çağdaşlarımdan hiçbirini kıskanmadığımı bilirsin; iyi yürekliliğimden
değil, hiçbirini kendimden büyük görmediğimden... Yine bilirsin, yaptıklarımla
da, yapmayı tasarlayıp dahaca yapamadıklarımla da böbürlenirim. Bana verdiğin
mühlet içinde, tasarladıklarımı yapamadımsa, evet, suç kimsenin değil, benim...
Bu ceza yeter bana; çünkü acısını duyanlar için cezaların en ağırıdır.
Herkes
gibi ben de seninle ilk ve son olarak yalnız bir kez karşılaşacağım. Bu
karşılaşmamız, nerede, ne zaman, nasıl olsun diye, zaman zaman çok değişik
istekler geçirdim içimden. Kahraman olmak istediğim dönemlerim oldu.
Kahramanlar ilk savaşlarında ölmeyen, son savaşlarında sağ çıkmayanlardır.
Seninle son savaşımda karşılaşmayı istedim bir zamanlar. Savaşın bir yaşam boyu
sürdüğünü, yaşadıkça sonu olmadığını bilmiyordum. Sonsuzca süren bu savaşımın
öyle bir yerinde gel, öyle bir güzel gel ki, sana gülümseyerek elimi uzatıp,
"Merhaba!" diyebileyim.
Bir
zamanlar da, uzun uzun yaşayıp bitkiselliğe dönüşmeyi, bitkisel yaşamımda
gelişini bile bilmemeyi istedim. Şimdiyse, ne kahramanlık gösterisinde, ne
bitkisel bitikliğimde gelmeni istiyorum. Dilersen, en beklemediğimi sandığın
zaman gel. Beni hiç şaşırtmayacaksın, çünkü hep aklımdasın, beynimde bir kıymık
gibi... Korkmadan bekliyorum, gel!
Nice
yaşadımsa, seninle başbaşa, dişdişe döğüştüm. Pek çok kez yendiğim de,
yenildiğim de oldu. Canım ki en kutsal olan her şeyim benim, onu elbet bana
yakıştığı gibi, ayakta, saygıyla, yiğitçe vermek isterim; teslim olmadan... Bir
armağan gibi vermek canımı! Sen de yeniğin kalemini ki o kalem hep kılıçtı-
teslim alırken iki elinle başının üstüne saygıyla kaldırarak al beni! Lekesiz,
arıduru, yaşamı süresince hep kendi kendini arıtan bir cana, saygılı ol, benim
sana saygılı olduğum gibi. Kimselere demedim, sen de kendine of dedirtme bana.
Ne
kahramanlıkta, ne bitkisellikte, işte şimdi olduğum gibi bir sıra, elimde
kalem, önümde kâğıtla daktilom, böyle bir zamanımda gel! İstersen gece,
istersen gündüz, istersen yazın, istersen kışın gel; kapım da, yüreğim de her
zaman açık sana! Yeter ki, kendi gözümde kendimi küçültme bana, kimseden su
istetme, yardım diletme bana... Seninle yiğitçesine döğüşmedim mi? Bunları
istemeyi haketmedim mi? Bana ille de of dedirtecek isen, hiç olmazsa bunu
ikimizden başkası duymasın.
Bunca
yıl durmaksızın karşı karşıya savaşmış iki savaşçıyız. Üstelik benim savaşım,
seninkinden çok daha yüceydi. Çünkü sen, sonunda nasıl olsa utkunun senden yana
olacağını biliyordun. Oysa ben, sonunda nasıl olsa yenik düşeceğimi biliyordum.
Yenileceğimi bile bile, ama hiç yenilmeyecekmişim gibi, beni yenecek olanın
üstüne üstüne varmadım mı? Bir an olsun korktum mu ya da kaçmayı düşündüm mü?
Birazcık daha yaşayabilmek için, birazcık daha iyi yaşayabilmek için, bunca
güzelim bu yeryüzü uğruna bile, sana bir kırpı ödün verdim mi?
Yaşamayı
haketmeye çalıştığım gibi, ölümü de haketmek istiyorum Bu hakkı bana tanı?
Çünkü, bu sonsuz güzellikler açan güzelim dünyaya; ben de gücümce güzellikler
katmaya çalıştım. Bir güzel ada, atlasta görünmeyecek denli küçük diye yok
sayılabilir mi? Benim katkım da atlasta görünmeyecek denli küçücük olsa da var.
Ne
mi yaptım? Ortaçağ simyacıları taşı altına çeviremedi. Ama ben bir simyacıyım,
gözyaşlarımı gülmeceye çevirerek dünyaya sundum.
Saygıyla
gel, bekliyorum.
Aziz
Nesin (Varlık dergisi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder